Açılışta, Türkiye’de ifade özgürlüğü hakkında 8 uluslararası ve 5 kıtadan 22 ulusal kuruluşun imzalarını taşıyan bildiri okundu.
Sonra International PEN (Uluslararası Yazarlar Birliği) adına 2. Başkan yazar Eugene Schoulgin, IPA (Uluslararası Yayıncılar Birliği) adına yayıncı William Nygaard, Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Örgütü) adına Türkiye raportörü Emma Sinclair Webb ve Amnesty International (Uluslararası Af Örgütü) adına Türkiye raportörü Andrew Gardner açılış konuşmalarını yaptılar.
Sunuculuğunu Çağlar Çabuk’un üstlendiği buluşmada dört forum yer alıyordu.
Türkiye’de İfade Özgürlüğü forumunda kolaylaştırıcı İHOP temsilcisi Av. Hüsnü Öndül, katılımcılar Mazlumder Gen. Sek. Üstün Bol, İHD MYK üyesi Gülseren Yoleri ve TİHV temsilcisi Coşkun Üsterci idi.
Kolaylaştırıcılığını Bianet kurucusu Nadire Mater ‘in üstlendiği Medyada İfade Özgürlüğü forumuna Türkiye Gazeteciler Cemiyeti başkanı Orhan Erinç ve Türkiye Gazeteciler Sendikası başkanı Ercan İpekçi katıldı. Star Gazetesi Gen. Yay. Yön. Mehmet Ocaktan’ın koltuğu ise boş kaldı.
Sanat, Edebiyat ve Yayında İfade Özgürlüğü başlıklı üçüncü forumun kolaylaştırıcısı, Türkiye Yayıncılar Birliği temsilcisi Hayri Erdoğan idi. Forumda Orhan Alkaya (İstanbul Şehir Tiyatroları eski Gen. San. Yön.) Av. Sabri Kuşkonmaz (PEN Türkiye Merkezi) ve Cemal Uşak (Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Bşk. Y.) konuştu.
Anayasa Hazırlık Sürecinde ve Anayasa’da İfade Özgürlüğü başlığını taşıyan dördüncü forumun kolaylaştırıcılığını Prof. Dr. Turgut Tarhanlı (Bilgi Üniversitesi) üstlenmişti. Katılımcılar Av. Hüsnü Tuna (Hukukçular Der. eski Bşk., 23. Dönem Konya Mv.), Prof. Dr. Yaman Akdeniz (Bilgi Üniversitesi) ve Av. Fikret İlkiz (İstanbul Barosu) idi.
Her forum öncesinde, o konudaki durumu özetleyen videolar izlendi, tanıklar kürsüye çıkarak yaşadıklarını anlattılar:
Av. İ. Cem Halavurt (Hrant Dink davası avukatı), Gülten Aslan (Mor Çatı, Kadına yönelik şiddet), Esmeray (LGBT sorunları), Nedim Şener (Yazdığı kitap), Mahmut Alınak (Yazdığı makaleler/Kızı Belga Alınak), Evrim Kepenek (Gündem/Azadiya Welat/DİHA- Kürt medyasına baskılar) Ahmet Şık (İmamın Ordusu adlı kitabı) Ragıp Zarakolu (KCK sanığı yayıncı), Pınar Aydınlar (Söylediği türküler) Av. Davut Erkan (Vicdani Red), Abdullah Demirbaş (Sur Belediye Bşk., Ana dil), Pınar Selek (Yargı!?) konularında yaşadıklarını anlattılar. Konuşmacıların ve tanıkların anlattıkları yanyana gelince ortaya çıkan tablo, uluslararası bildiride dile getirilen endişeleri haklı çıkarıyor: İfade özgürlüğü ne yazık ki hala çiğneniyor, hem de bir zamanlar kendisi de “düşünce suçlusu” olan ve kendi ifade özgürlüğü şimdi mağdur ettiklerinin çoğu tarafından desteklenen bir başbakanın zamanında, çoğu kez de bizzat kendisi tarafından verilen direktifler, hatta açılan davalarla.
Sıra uluslararası bağlantılara geldi. Önce, Norveç PEN’i desteğiyle ağırladığımız Halid El-Hammadi, Yemen’deki durumu anlattı, uluslararası destek ve dayanışma beklentilerini iletti. Daha sonra İnternet üzerinden görüntülü telefon bağlantıları başladı.
Prof. Noam Chomsky, yazar Paul Auster, Nobel ödüllü, Güney Afrika asıllı Avustralyalı yazar John Coetzee, Pakistan asıllı yazar ve film yapımcısı, aktivist Tarık Ali, uyuşturucu kartelleriyle mücadelesi nedeniyle ölüm tehdidi altında yaşayan Meksikalı gazeteci-yazar Lydia Cacho, Bianet’in ve girişimimizin de üyesi olduğu uluslararası ifade özgürlüğü kuruluşu IFEX yürütme kurulu başkanı Annie Game, bir diğer uluslararası ifade özgürlüğü kuruluşu Article 19 yetkilisi Nathalie Losekoot ve Freedom House (Barış Evi- Washington) yetkilisi Karin D. Karlekar görüntüye geldiler. Çoğu o anda, canlı; teknik nedenlerle bağlantı sağlanamayanlar ise iki gün önce yapılmış prova kayıtları aracılığıyla ekrandan salondaki herkesi selamladılar,mesajlarını ilettiler.
Toplantı, “Istanbul Guvercinler Meclisi Tv” sitesinde canlı olarak yayınlandı, 1.700’ün üstünde kişi tarafından izlendi. http://www.livestream.com/ist_gmtv?utm_source=lsplayer&utm_medium=embed&utm_campaign=footerlinks
Düşünce Özgürlüğü için 9. İstanbul Buluşması , 24 ve 25 Mayıs 2014 tarihlerinde yapılacak. Artık istesek de istemesek de uluslararası bir nitelik kazanmış olan bu buluşmaya, bu kentin seçilmiş yönetimi olan Büyükşehir Belediyesi’nin zaman zaman ve duruma göre değil, sürekli olarak sahip çıkmasını ve “ev sahipliği”ni üstlenmesini tekrar öneriyoruz.
Program
Düşünce Özgürlüğü için 8. İstanbul Buluşması Programı 09:30 – 10:00 AÇILIŞ KONUŞMALARI Şanar Yurdatapan: Dünyadan gelen ortak destek mesajının ve imzacıların açıklanması. (Uluslararası İmza…
Düşünce Özgürlüğü için 8. İstanbul Buluşması Programı
09:30 – 10:00 AÇILIŞ KONUŞMALARI
Şanar Yurdatapan: Dünyadan gelen ortak destek mesajının ve imzacıların açıklanması. (Uluslararası İmza kampanyası)
Eugene Schoulgin (Uluslararası PEN 2. Başkanı)
Willam Nygaard (IPA Uluslararası Yayıncılar Birliği temsilcisi)
Emma Sinclair-Webb (HRW İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye Raportörü)
Andrew Gardner (a.i. Uluslararası Af Örgütü Türkiye Raportörü)
10:00 – 11:30 FORUM -1 Türkiye’de İfade Özgürlüğü
Kolaylaştırıcı: Hüsnü Öndül (İHOP)
Katılımcılar: Üstün Bol (Mazlumder Gen. Sek.)
Gülseren Yoleri (İHD Gen. Bşk.)
Coşkun Üsterci (TİHV)
11:30 – 13:00 FORUM -2 Medyada İfade Özgürlüğü
Kolaylaştırıcı: Nadire Mater (Bianet)
Katılımcılar: Orhan Erinç (T. Gazeteciler Cemiyeti Bşk.)
Ercan İpekçi (T. Gazeteciler Sendikası Bşk.)
Mehmet Ocaktan (Star Gazetesi Gen. Yay. Md.) (gelmedi.)
14:00 – 15:30 FORUM -3 Sanat, Edebiyat ve Yayında İfade Özgürlüğü
Kolaylaştırıcı: Hayri Erdoğan (T. Yayıncılar Birliği)
Katılımcılar: Orhan Alkaya (İstanbul Şehir Tiyatroları eski Gen. San. Yön.)
Av. Sabri Kuşkonmaz (PEN Türkiye Merkezi)
Cemal Uşak (Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Bşk. Y.)
15:30 – 17:00 FORUM –4 Anayasa Hazırlık Sürecinde ve Anayasa’da İfade Özgürlüğü
Kolaylaştırıcı: Prof. Dr. Turgut Tarhanlı (Bilgi Üniversitesi)
Katılımcılar: Av. Hüsnü Tuna (Hukukçular Der. eski Bşk., 23. Dönem Konya Mv.)
Prof. Dr. Yaman Akdeniz (Bilgi Üniversitesi)
Av. Fikret İlkiz (İstanbul Barosu)
17:00 – 18:00 ULUSLARARASI FORUM (Skype aracılığıyla)
Katılımcılar: Tarık Ali (Pakistan), Paul Auster (ABD), John Berger (Birleşik Krallık), Lydia Cacho(Meksika), Prof. Noam Chomsky (ABD), John M. Coetzee (Avustralya), Annie Game (IFEX), Karin Karlekar(Freedom House), Nathalie Losekoot (Article 19) Pınar Selek (Türkiye)
Özel konuk: Halid el Hammadi (Yemen Özgürlük Vakfı Bşk.) Yemen’deki son durum
Sunan: Çağlar Çabuk
Açılış Konuşması
Tanıklar
ANNIE GAME
Herkese merhaba ve bu inanılmaz buluşma için sizi kutluyorum… Sizinle olabilmeyi isterdim. IFEX yöneticisi olarak bağlantıları kurarak, planlayarak ve birlikte kampanyalar yaparak düşünce özgürlüğü hakkını koruyup duyurmanın ne denli önemli olduğunu birinci elden biliyorum. Bizim üyelerimiz dünyanın her yanından geliyorlar. Büyük çoğunluğu insan hakları savunuculuğunun ön cephesinden; politik, ekonomik ve sıklıkla da kişisel tehlike gibi zorluklara rağmen her gün bu çok değerli hakkı kimsenin unutmamasını sağlıyorlar.
Türkiye’de bunun nasıl olduğunu bizzat biliyorsunuz. Bir çalışma arkadaşları ağının olmasının önemli sorunlar ve davalara ışık tutmak için ne denli elzem olduğu belli. Düşünce Suçu(!?)na Karşı Girişim ve Bianet gibi Türk sivil toplum gruplarının varlığı, IFEX üyelerinin de uluslararası düzlemde yaptığı gibi
toplumun sorunları daha iyi kavramasını ve eyleme geçmede hazırlıklı olmasını garantileyen bir ağ oluşturuyor.
Buluşmadaki çalışmalarınız için hepinize iyi şanslar diliyorum; ve sonuçlarını IFEX grubuyla paylaşmak için sabırsızlanıyoruz.
EUGENE SCHOULGIN
Güven eksikliği:
8. İstanbul Düşünce Özgürlüğü Buluşmasının sevgili katılımcıları,
Hem üzülerek hem sevinerek bir kez daha sizlere sesleniyorum. Bu yıl da toplantınıza katılma fırsatı verildiği için sevinçliyim ama bu buluşmaların hala gerekli olması ve Türkiye’de düşünce özgürlüğü durumunun düzelmemiş olmasından hatta daha da kötüleşmekte olmasından üzüntü duyuyorum!
Burada toplanmış olan bizler ne olup bittiğini biliyoruz. Neden ve ne denli kötüleştiği üstüne farklı görüşlere sahip olabiliriz ama çok fazla meslektaşımızın özgürlüklerinden mahrum edildiği ve suçlarının ne olduğunu bile bilmeden hapiste çok uzun sürelerce, hatta yıllarca tecritte tutulduğu üzücü gerçeğinin sıkıntısını paylaştığımıza inanıyorum. Elbette bu kesinlikle kabul edilemez bir durumdur.
Türkiye’de otoritelerin terör kelimesini her fırsatta kullanmaları da. Bugün bütün bu konuları ele alacağız.
Size seslenmek için bana beş dakika verildi ve elbette bir kaç dakika içinde yargıdaki tutarsızlıkları ve bugün içinde bulunduğumuz ifade özgürlüğü durumlarını doğuran koşulların karmaşık durumuna ayrıntılarıyla değinmem mümkün değil. Dolayısıyla Türkiye’nin neden gelişmiş toplumsal yapısına
uygun gerçek demokratik devlete dönüştüremediğinin kendimce yorumunu yapacağım.
Eğer size yeni bir seviyede demokratikleşmeye toplumunuzda ulaşılamamasının en önemli ve ana nedenin toplumunuzdaki değişik durumlarda tamamen karşılıklı güven eksikliği olduğunu söylersem eminim şöyle diyeceksiniz: Türkler Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasına güveniyordu ve hala da güveniyor; orduya güveniyorlardı ve şu geldiğimiz noktaya bak! Nasıl güven duyabiliriz. Her gün her düzeyde herhangi birine güven duymamızı gerektirecek hiç bir neden görmüyoruz! Haklısınız demekten başka söyleyecek sözüm yok. Türkiye öyle bir ülke ki neredeyse her an her bir sözde bir ikilik var ama ben gene de inanıyorum ki iktidar partileri, yargı ve devlet kendi nüfusuna güven
duymadığını göstermeyi sürdürdüğü sürece bu toplumda demokratik özgürlüklerin ihlalinin yinelenmesinin sonu gelmeyecektir.
Güvensiz bir toplum kendini paralize eder. Toplumun derin ve eski yaralarıyla ilgili kesin adımları atmaya cesareti olmayan zavallı politik liderlerce yönetildiğiniz sürece hiçbir şey değişmeyecek. Artık düzenleme veya yüzeysel iyileştirmeler için çok geç. Gerçek değişiklik zamanı gelmiş durumda. Ve
böyle bir değişimi gerçekleştirmek için en iyi vatandaşlarınızın hepsinin katılımı şart. Demir parmaklıklar arkasında değil bilgisayarlarının başında olmalılar.
JOHN BERGER
Bizleri içi boş sözlerle boğmaya kalkışıyorlar. Yalanlarla yönümüzden saptırmaya çalışıyorlar. Doğru sözcüklerden bir pusulayla yolumuzu bulduğumuzda, onu elimizden alıp parçalamaya yelteniyorlar. Ne var ki kendileri sözcük fukarası; birkaç sövgü sözcüğünden gayrısı yok dillerinde. Sözcükler onların ağzında seslerini yitiriyor. Bile isteye. Oysa anadillerin sözcüklerinin her biri bizim doğal kardeşlerimiz olmaya can atıyor.
JOHN M. COETZEE
Ben John Coetzee, bugün size, bütün dünyanın yazarları ve gazetecilerinin durumuyla ilgilenen yazarlar örgütü Uluslararası PEN’in İkinci Başkanı olarak sesleniyorum.
Bir süredir Türkiye’den rahatsız edici, dışarıdan bakanların anlamakta zorlandığı gerekçelerle gazetecilerin, sanatçıların, akademisyenlerin taciz edildiği, eserlerinin sansürlendiği, kimilerininse tutuklanıp hapse atıldığı haberleri gelmekte.
Dünyanın hiçbir yerinde bu aralar düşünce özgürlüğü açısından iyi bir zaman değil. Aşırı İslamcı şiddetin geçen on yılda yükselişi hükümetlerce geniş çaplı keyfi eylemler ve hukukun egemenliğini canları istediği gibi askıya almak için gerekçe olarak kullanıldı. Güvenlik güçleri ve gizli polis şimdiye
dek olmadığı kadar gövde gösterisi yapıyorlar: uzun zamandır böylesine özgür olmamışlardı.
Kendi ülkem Avustralya’yı da bu yaptığım eleştirilerin dışında tutmuyorum. Devlet güvenliği adına doğal adalet olarak düşündüklerimiz küresel çapta bir kenara itilmekte.
Türkiye’de yazar ve aydınların durumu ise özellikle zor görünüyor. Susturulan veya hapse atılanların listeleri giderek uzamasını kaygıyla izliyoruz.
Eğer doğrudan bu baskılardan etkilenenler ve ailelerine biraz teselli olacaksa şunu söylemeliyim ki Türkiye’de düşünce özgürlüğü mücadelesinde size yardım etmek için ellerinden geleni yapmaktan kaçınmayacak dışarıda pek çok dostunuz ve destekçiniz var
Teşekkür ederim.
KARIN KARLEKAR – Freedom House
İstanbul’da gerçekleştirdiğiniz bu çok önemli toplantınıza beni de kattığınız için teşekkür ederim. Bizzat gelebilmeyi çok isterdim ancak uzaktan da olsa katılmamı sağladığı için teknolojiye minnettarım.
Freedom House, Düşünce Özgürlüğü hakkının bütün güçlü demokrasilerin olmazsa olmazı olduğunu ve pek çok başka hakların kullanımı veya yararlanımında gerekli temel özgürlük olduğuna inanır..
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre düşünce özgürlüğü, her bireyin müdahalesiz fikir sahibi olma ve sınırlara bakmaksızın her türlü medya aracıyla bilgi ve düşünceleri isteme ve alma ve verme hakkıdır. Uygulamada ise bu insanların temel hakkı sansürleme, kısıtlayıcı basın yasaları ve
gazetecilerin, blogcuların ve düşüncelerini seslendiren başkalarının taciz edilmesi gibi taktiklerle sık sık engellenmektedir.
Yıllık Freedom of the Press (Basın Özgürlüğü) indeksimizin Mayıs 2012 tarihli son sayısı sekiz yıllık bir gerileme sonucu medya özgürlüğü seviyesinin dünyada hafifçe iyileştiğine işaret ediyor. Bunun 2011’de Ortadoğu’da pek çok ülkede, özellikle Libya, Tunus ve Mısır’da gerçekleşen dramatik açılımlar ve de Burma gibi ülkelerdeki olumlu hareketler sonucu olması de hiç şaşırtıcı değil.
Ancak hala epeyce sayıda ülkede koşullar aşırı baskıcı veya gerileme görülüyor. Özellikle vurgulayarak vermek istediğim bir örnek Macaristan’dır; Avrupa Birliği’ne yeni üye olan bu devlette son yıllarda hükumet bir dizi kısıtlayıcı yasalar ve düzenleme politikaları geçirmiştir.
Türkiye’ye bakarsak basın indeksimizdeki puanı 2012’de genel olarak değişmemiştir ve “Kısmen özgür” kategorimizdedir. Gene de raporumuzda endişe verici epeyce eğilime işaret edilmekte. Büyük sayıda gazeteci Türkiye’de hapistedir ve bu görece özgür ve demokratik bir ülke için normal sayılamaz. Bu denli büyük sayıda gazetecinin hapiste olduğu diğer ülkeler arasında Çin, İran ve Eritre var; yani bu istatistikler Türkiye’yi bir istisna yapıyor. Kısıtlayıcı yasal çerçeve Türkiye’de düşünce özgürlüğünden sonuçlarına katlanmak zorunda kalmadan yararlanmaya engeldir ve hükumeti bu yasaları düzeltmeye veya kullanımlarını gazeteciler, yazarlar ve diğer eleştirenlere karşı kullanmada sınırlamaya çağırıyoruz.
HALID AL-HAMMADI
Bu düşünce özgürlüğü toplantısında Yemen’deki medya özgürlüğü, hakları ve gelişmesi için çalışan Özgürlük Kurumu adına size seslenmek benim için onurdur. Kurumumuzun sloganı, Demokrasi ve İnsan Hakları’nı teşvik etmek için “Medya Özgürlüğü’nü geliştirmek”tir. Bu şahane bir slogan olabilirdi,
ne var ki Yemen gibi bir ülkede düşünce özgürlüğü ihlallerini izleme alanında özgürce çalışmak zor. Çünkü bu ihlalleri yapan sadece hükumet değil, aynı zamanda aşiret liderleri, güvenlik güçleri, askerler, siyasi partiler ve baskı grupları gibi toplumda birçok başka güçler.
Güç koşullar içerisinde, basın özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü ihlallerini izliyoruz ve gazetecilere meslek güvenliği ve mesleki teknikler üzerine nitelikli eğitimler ve savunma sunuyoruz; hizmetlerimiz ücretsiz, çünkü kar amacı gütmeyen bir sivil toplum kurumuyuz.
Yemen’de bir insan hakları eylemcisi olmak, kendinizi bir silahın namlusunun önüne koymak gibi. Okuma yazma oranı düşük olan toplumumuzdaki birçok gücün hedefi olacaksınız.
Bu durum kesinlikle Yemen’de düşünce özgürlüğü ve medya özgürlüğünü yükseltme çabalarımıza sorun yaratmıştır. Bu, temelde yerel bağışçılardan bağış veya mali yardım almayı zorlaştırmaktadır.
Uluslararası bağışçılar bazı projelerimize mali destek sözleri vererek bize moral veriyorlar ama bu gene de yeterli değil çünkü onlar önemli hümaniter krize odaklandıklarından bizim ilerleyen basın özgürlüğü çabalarımızı gözardı edebiliyorlar.
Geçici bir dönemde zorluklar ve değişken koşullar içinde çalışıyoruz ve projelerimiz için mali kaynaklardan yoksun olmamıza karşın bu basın özgürlüğü ve düşünce özgürlüğünü savunmadaki sosyal sorumluluklarımızı artırıyor. Bizim için bu kendi yağımızda kavrularak projelerimizi hayata geçirme çabalarımızda bizi zorluyor olsa da durup projeleri ertelememiz mümkün değil.
Basın özgürlüğünün geleceğinin parlak olması için yaptığımız fedakarlıklarla düşünce özgürlüğünü koruma çabalarımıza ara vermeyeceğiz; ve düşünce özgürlüğü olmadan, toplumdaki yozlaşmayla savaşımda şeffaflık olmayacağına inanıyoruz.
LYDIA CACHO (Mexico)
Biz gazetecilerin ve yazarların sesi her yerde kısılmaya çalışılıyor. Ama Meksika, Rusya ve Türkiye gibi bazı ülkelerde sayılar yükseliyor. Son birkaç ay içinde, Meksika’da beş meslektaşımız, organize suçlarla politikacılar arasındaki ortaklığı araştırdıkları için suikaste uğradı. 172 gazeteci, mesleklerini ve ifade özgürlüğünü uyguladıkları için tehdit edildi, sansürlendi ve cezalara çarptırıldı. Dünyada net olarak biliniyor ki Türkiyede yetkililer, uluslararası yükümlülükleri olan ifade özgürülünü güvence altına almakta tutarlı biçimde başarısız. Bütün dünyadaki yazarlar ve gazeteciler, hükümetleri ifade özgürlüğünü gerçekleşmemesinden sorumlu tutmak için hep beraber hareket ettiğimiz zaman daha güçlüyüz. Gazetecilere yönelik şiddete karşı geniş stratejiler uygulamak ve dokunulmazlık sağlamak için, hep birlikte daha etkiliyiz. Sağ, özgür ve sansürsüz; susturulamayacağız. Çünkü ölmüş arkadaşlarımız bile yazdıkları kelimelerde yaşıyorlar. Vazgeçmeyelim, sesimizi dünyadaki herkese ulaştırana kadar.
PROF. NOAM CHOMSKY
Türkiye’de baskılardaki son keskin yükseliş, hem bizzat kendisi olarak hem de 1990’ların karanlık dönemi sonrasındaki umut verici gelişmeleri tersine çevirdiği için çok üzücü. Bu gelişmeler, devletin şiddet ve terörüne karşı direnenlerin cesaret ve birliğinin mükafatıydı. O zaman mücadeleden kaçmayan ve bugün de aynı kararlılık ve bağlılık içinde üstlenmeye hazır olan sizler, büyük bir saygıyı ve desteği hak ediyorsunuz. İnanıyorum ki Türkiye’yi hak ettiği parlak geleceğe doğru yönlendiren bu kayda değer çabalarınız zaferle sonuçlanacaktır.
PAUL AUSTER
Herkese Merhaba, Ben New York’tan Paul Auster. Size PEN Amerikan merkezinden sesleniyorum. Bir kaç kısa cümle okuyacağım sadece:
Bütün ülkeler kusurludur. Bütün ülkelerin çeşit çeşit sorunu var. Bunlara Amerika Birleşik Devletleri de dahil, sizin Türkiye’niz de.
Ülkelerimizdeki, her ülkedeki, koşulları iyileştirebilmemiz için sansürsüz ve hapse atılma tehlikesi olmadan konuşma ve yayınlama özgürlüğünün bütün kadın ve erkekler için kutsal bir hak olduğuna kuvvetle inanıyorum. Teşekkür ederim.
30 Mayıs 2012’de Paul Auster tarafından
New York’ta kaydedildi.
TARIK ALİ
Bizzat orada olmak isterdim ama Avrupa’daki işlerim buna engel oluyor. Ancak bugün sizlere seslenebiliyor olmaktan mutluyum. Çünkü ülkenizde bir süredir olanlar beni derinden endişelendiriyor. Türk halkının ve Türk aydınlarının uzun yıllardır dostuyum. Hatta Türkiye ile bağlarım 80’lerdeki vahşi askeri darbe günlerindeki pek çok dayanışma eylemlerimize dayanıyor. Dolayısıyla demokratik hükümetlerin gelişiyle ümitlenmiştik, her şey değişecek diye, varolan bütün sorunlar, özellikle de Kürt halkıyla ilgili ama yalnızca onları ilgilendiren değil, sendikacılar, solcuları ilgilendirenler de çözülecek sanmıştık.
Çünkü özellikle soğuk savaşın bitmesiyle bu tür davranışlar için gerek kalmamıştı. Oysa gazetecilere saldırılar, yazarlara saldırılar, Türk hükümetlerinin birbiri peşi sıra başarısızlıklarının sürmesi özellikle de Kürt sorunuyla ilgili iyi bir çözüme ulaşılamaması büyük bir hayal kırıklığıdır.
Ve kanımca dünyanın her tarafında sivil özgürlüklerin ihlaline karşı, nüfusun herhangi bir kısmının politik hakların ihlaline karşı, gizli polisin hedefi haline getirmeye karşı, gazetelerin yasaklanmasına karşı desteği harekete geçirmek kesinlikle elzemdir.
Kendi adıma böyle bir harekete katılmaktan mutluluk duyarım çünkü gerçekte inanıyorum ki bu, yalnızca bir kesimi için değil bütün Türkiye için daha hayırlı olacaktır. Çünkü böylesi sorunlar ele alınmaz ve bu kaba kuvvet sürmeye devam ederse toplumun çoğunluğu da ister istemez etkilenecektir. Ve bazen bu işleri yerine getiren veya emirleri verenler de derinden etkilenirler çünkü yaptıklarının yanlış olduğunu bildiklerinden suçluluk duygularıyla, davranışlarının haklılığını kendilerine de kanıtlayabilmek için, daha da saldırganlaşabilirler.
Konferansınızın iyi geçmesini diliyorum. Hepinize başarılar dilerim.
NATHALIE LOSEKOOT – Article 19
‘Görüyorum, Duyuyorum, Konuşuyorum’ Konferansı’nın sevgili katılımcıları, ARTICLE 19 olarak aranızda olamadığımız için üzgünüz, ama düşüncelerimizdesiniz ve biz de bütün kalbimizle yanınızdayız. Ben düşünme, fikrimi söyleme özgürlüğüne sahibim; bilme ve hangi medya ile olursa
olsun bilgi paylaşma hakkım sınırlara veya cephelere bakmaksızın var. Birleşmiş Milletler’in ve Avrupa Konseyi’nin bir üyesi olarak Türkiye’nin uluslararası insan hakları zorunluluklarının esası da bu. Bugün üç öğrencinin yalnızca parasız eğitim isteyen pankartlar açtıkları için hapse girdiklerini okuduğumda şöyle düşündüm: Bir hükümet için böylesi ifadeler ne denli rahatsız edici olsa da bu öğrencilerin düşündüklerini söyleme hakları var. Görüşlerini beyan ettikleri için onların ve başkalarının da hapiste olmaları, ne kadar dışarıda ilerici bir görüntü sergilemeye çalışsa da gerçeklerden korkan bir hükümetin göstergesidir; Türkiye’nin bir yol ayrımında olduğunun göstergesidir ve bu dayanışma ve işbirliği zamanıdır. Umarım konferansınız dönüm noktası, herkesin özgürce, korkmadan, zulüm görmeden veya dışlanmadan fikrini söyleyebildiği bir Türkiye’ye doğru yol gösterici olur.
WILLIAM NYGAARD
Değerli Dostlar,
Petrol bakımından zengin, göz alıcı manzaraları, derin fiyortları, soğuk kışları, geceleyin güneş görülen yazları ve 5 milyon şımarık vatandaşıyla tanınan Norveç’ten geliyorum. Çok sık anlatılan bir espri var:
Bu kadar çok Norveçli yaşamasa, Norveç dünyanın en harika ülkesi olurdu. Aslına bakarsanız, Norveç halkı değişmeye başladı. Pek çok başka ulus gibi bizler de, küresel göçlerin yaşandığı yeni bir çağın parçası olduk. Etnisite, din ve siyasi ideolojiler bakımından çok çeşitli, daha çok-kültürlü bir toplum olma yolunda ilerliyoruz.
Uluslararası Yayıncılar Birliği ve PEN derneği adına burada bulunuyorum. Norveçli bir yayıncı olarak edindiğim kırk yıllık tecrübe beni tek bir şeye inandırdı: Demokrasiyi desteklemek için yayıncıların kritik işlere girmelerinin ne kadar önemli olduğuna. Benim ülkemde, Norveç dilini korumak zorundayız.
Yazın türlerinin çeşitliliği için yer açmalıyız. Uluslararası seslere yer açmalıyız; bilindiği gibi, önemli Türk yazarları Norveç dilinde yayınladı. Bir diğer deyişle amacımız, küresel ve ulusal şeffaflık.
Hepsinden önemlisi, ifade özgürlüğünü garantiye almalı, Norveç demokrasisinde özgür ve bağımsız bir ses bulunmasını sağlamalıyız.
Küçük pazarımızda başarılı olabilmemiz ve bu şartları bozmadan yaşamımızı sürdürebilmemiz için, Norveçli yetkililer dolaylı bir ekonomik destek sunuyor. Buna demokrasi altyapısı deniliyor ve hem medyayı hem de yayınevlerini kapsıyor. Bazılarınız, “Şimdi dur bakalım orada.” diyebilir. “İfade özgürlüğü adı altında hükümetten destek aldığınız halde, kendi kendinizi sansürlemiyor musunuz yani? Bu mümkün mü?”
Evet, mümkün; ayrıca işleyen bir demokrasinin ürünü. Çeşitlilik ilkesi ve yetkililerle araya mesafe koymak, bir garanti işlevi görüyor. Daha otoriter toplumlarda, görüşlerin sadakatine ve uygulanan otosansüre bakarak ödüllendirilen yazın ve gazetecilik alanındaki hükümet desteği, fikirleri
yönlendirme ve idare etme girişimi gibi algılanabilir. İşleyen demokrasilerde durum bunun tam tersidir.
Yayıncılık ve medya alanlarında, rejime yönelik eleştirilerin desteklenmesi, demokrasiyi güçlendirici bir teşvik olarak algılanır. Farklı ülkelerde farklı uygulamalar olabilir ama amaç aynıdır: Demokrasinin, evrensel insan haklarına uygun olarak işlemesi. İfade özgürlüğü, yeni doğmuş bir bebeğin yaşamak
için ağlamak hakkı kadar gerekli, en temel insan hakkıdır.
Bu sistemin işlemesi için öncelikle, yetkililerle gazeteciler, yazarlar ve yayıncılar gibi uygulama alanındakiler arasında bir güven oluşması gereklidir. Ama günümüz Türkiyesinde durum böyle değil.
Yanlış istikamette giden bir süreçte güven bulunmuyor. İnsan haklarına saygı gösterilmiyor. Yurt dışından bakıldığında, Türk yetkililerin demokrasiye aykırı davrandıkları görülüyor. Kendi güçlerini korumak için verdikleri mücadelede baskı unsurunu kullanıyorlar ama şöyle veya böyle, azar azar bu
gücü kaybedecekler. Baskı ne kadar güçlenirse, güven o kadar azalır ve bu durum, gerçek gücün kaybolmasıyla sonuçlanır. Güvenin sağladığı güç, gerçek güçtür. Baskının sağladığı güç, şiddet ve yalan demektir. Güvenin sağladığı güç yetkililere, tüm insanlar için bir şey yapma imkanını sunar.
Baskının sağladığı güç ise, yolsuzlukla ve mutluk azınlık için tanınmış haksız ayrıcalıklarla aynı anlama gelir. Bugün burada bulunan sizler, tüm bunları biliyorsunuz. Siz bunun gerçekleştiğini görüyorsunuz. Bununla eskisinden daha da fazla mücadele etmek için elinizden gelenin en iyisi
yapabilecek olan yine sizlersiniz. Son yazılan raporlar, gittikçe kötüleşen bir durum sergiliyor. İnsan Hakları Derneği’nin rakamları işkencenin, tutuklulukların ve sonu gelmeyen davaların arttığını gösteriyor. Örgütlü mitinglere, gazetelere, yayınevlerine ve her şeyden önemlisi bireylere yönelik müdahaleler gittikçe artıyor.
Mart ayında yaptığım ilk cezaevi ziyaretinde, Türkiye’de nasıl bir baskı uygulandığına bizzat tanık oldum. Davaları mahkemede görülünceye kadar yıllarını hapiste geçiren tutuklularla karşılaştık. XX cezaevinde, anlaşıldığı üzere her Cuma görülen toplu bir duruşma salonunda oturuyorduk. Mahkeme ara verdiğinde, uzaktan bağırarak iletişim kuran sanıkların bazılarıyla konuşabildik. Farklı meslekleri vardı: İki yayıncı, iki gazeteci, yazarlar, bir tv kanalı sahibi, bir general, bir üniversite rektörü, bir
bilgisayar uzmanı, vs. Mahkemede yanımızda duran annenin anlattığına göre rektör kanserdi ve gerekli tedaviyi göremiyordu. O gün mahkemede, gazeteci yazar Mustafa Balbay ile aynı zamanda tv programcısı da olan Tuncay Özkan’ın uzun süredir tecritte kaldığını, en az on başka tutuklunun hapiste yargılanmayı ve hüküm verilmesini beklediğini duyduk. Bu insanların hayatlarından yıllar çalınmıştı.
Mart ayında yaptığımız ziyaretin sebebi yayıncı Ragıp Zarakolu ile oğlunun tutuklanmasıydı. Ragıp’ın davasını hızlandırmak için uluslararası baskı yapılmıştı. Bildiğimiz gibi işe yaradı, birkaç hafta sonra o ve arkadaşları serbest bırakıldı. Davadan önce ortalığı yatıştırmak için uygulanan bir taktikti; ayrıca Ragıp’ın oğlu hala -rehin gibi- hapiste tutulduğundan, rejime yönelik bir tehdit de oluşturmayacaktı. Ne kadar kurnaz bir manevra!
Avrupa’nın büyük kesimi Türkiye’nin laik bir devlet olma yolunda ilerlediğine Ve AB üyeliği adaylığına inanmış olsa da, bugün yaşananlar bu ihtimali yavaş yavaş zayıflatacak. Şimdiye dek, çekici plajlar ve güzel deniz manzarası turistler için, kendi halkından korkan ve ona baskı uygulayan bir rejime
duyulacak nefretten daha önemliydi. Bugüne kadar Müslüman Türkiye, Doğu ile Batı arasında köprüler kurulması için bir fırsatlar ülkesiydi. Şimdiye kadar Türkiye, ekonomide başarılı olduğu için gelecekteki ticaret ortağı olarak görülüyordu. Ama etkileyici bir geçmiş, zenginlik ve güzel plajlar, diğer insanların yaşadığı baskıyı örtemez, uzun vadede bu mümkün değil. Uluslararası camia, artan bir kararlılıkla tepki gösterecek ve bugünkü manzara yavaş yavaş ortaya çıkacaktır.
Güzel günler gelmesini umut ederek beklemeye vaktiniz var mı? Herkes aynını istediğinde, durumun ciddiyeti yeterince kavranamadığında genellikle böyle yapılır. “Arap Baharı”ndan bahsetmek klişeleşmiş olabilir ama insan haklarının gözardı edilmesini hafife almanın hem tehlikeli hem de kışkırtıcı olduğu gerçeği de ortada. Daha güçlü bir muhalefet toplanması için, barışçıl ve şiddet içermeyen, bütün insanlığa saygılı bir tepki oluşturulması için çağrı yapmanın zamanı gelmedi mi?
Hukuksuzluğa karşı gösterilecek en iyi tepki, sıfır tolerans olacaktır. Bu her türlü adaletsizliğe karşı sizleri, ifade özgürlüğünün bireyin hakkı olma safhasından, herkesin ifade görevi olma safhasına geçirecektir.
Unutmayalım ki, ifade özgürlüğü evrenseldir. İnsan varlığının çok önemli bir parçası olmakla beraber, bir çocuğun kahkahası veya gözyaşları kadar gereklidir. Anlam içeren insan eyleminin bu eşsiz temeli hep böyleydi, hep de böyle kalacak. Yetişkinler olarak bizler, insan hayatındaki bu önemli cephenin muhafızları gibi davranmalıyız. Sadece kendimizin değil, gelecek nesillerin de haklarını korumak için.