1 BAKIŞTA…
31 Mart yerel seçimleri, iktidardaki AKP ve MHP’nin oluşturduğu “Cumhur İttifakı”nın bu seçimleri “beka sorunu” olarak görmesi sonucunda bir genel seçim niteliği kazanmış, buna karşılık CHP ve Yeni Parti de “Millet İttifakı” adı altında işbirliğine gitmişti.
– Cumhur İttifakı (AKP + MHP) toplam olarak %52’sini aldı ama en kalabalık illeri, Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya ve Adana’yı ’yı kaybederek büyük bir yara aldı. Bu sonuçta, Türkiye’nin 3. Büyük partisi olan -ama her iki ittifak tarafından da dışlanan- HDP’nin büyük illerde aday göstermemesi rol oynadı.
– Yasal düzenlemeler ve KHK’larla tamamen Erdoğan’ın kontrolüne alınmış olan YSK üyelerinin süreleri 3 ay önce dolduğu halde bir yıl daha uzatılmıştı. Propaganda süreci boyunca taraflar arasında denge gözetilmedi, Cumhur ittifakı devletin olanaklarını tek yanlı olarak kullandı.
– Seçmen kütüklerinde yapılan hile ve kaydırmalar hakkında yapılan itirazlar YSK tarafından reddedildi. Polis ve asker, HDP bürolarını bastı. Özellikle Kürt illerinde ve kayyum atanan belediyelerde askerler uçakla gelip oy verdiler ve ortadan kayboldular. Seçim gecesi Binali Yıldırım İstanbul’da kazandıklarını ilan etti ama TV kanallarına bilgi akışı 13 saat kesildi.
– Sonuçlar ortaya çıktığında AKP, uğradığı moral yıkımı dengelemek, mümkünse önlemek amacıyla özellikle İstanbul’da oyları tekrar tekrar saydırdı, kesinleşmiş seçmen listelerine ve kazanmış adaylara itiraz etti.
– YSK -kanunen itiraz olanağı bulunmayan- kararını 6 Mayıs’ta açıkladı. Sandık kurullarının usulsüz oluşturulduğu, başkan ve üyelerinin arasında devlet memuru olmayan kişilerin de bulunduğu gerekçesiyle, sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerini iptal etti. Seçim, 23 Haziran 2019’da tekrarlanacak.
ARKA PLAN…
Erdoğan ve AK Parti, 2002 yılından bu yana tek başına iktidarda. İlk yıllar, AB üyeliği güdümüyle nispeten daha düzenli geçtiyse de sonra her şey tersine döndü. Özellikle Gezi olayları ve baştan beri iç içe çalıştığı Gülen cemaatiyle köprülerin atılması ve 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimi gerekçe gösterilerek ilan edilen OHAL’le birlikte ülke, yargı ve yasama denetimi olmaksızın yönetilirken, bu durum bir Anayasa değişikliğiyle yasal statüye de kavuşturuldu. 2. yılın sonunda OHAL sona erdi ama yapılan bir yığın yasal ve idari değişiklikle “Sürekli OHAL”e geçildi. Parlamenter sistem son buldu, Erdoğan Türkiye’nin ilk “başkanı” olarak tüm yürütme erkinin tek sahibi oldu. İktidardaki AKP ve Milliyetçi MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın “Beka” yani varolma sorunu olarak nitelendirmeleriyle olağanüstü bir genel seçim havasına bürünen 31 Mart 2019 yerel seçimleri, giderek kötüleşen ekonomik durumun insanların yaşamına yansımasının da etkisiyle iktidar için manevi bir yıkım oldu.
Ancak seçimleri incelemeden önce son iki, yılda seçim mevzuatında yapılan değişikliklere ve uygulamalara kısaca göz atmak gerekir.
– OHAL döneminde çıkarılan bir KHK ile Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) tarafsızlık ilkesi uyarınca televizyon ve radyoları denetimini sağlayan Anayasal yetkisi kaldırıldı.
– 2017 tarihinde yapılan Referandumda -hem de oy kullanma işlemleri sürerken- YSK kanuna aykırı olarak mühürsüz oy pusulası ve oy zarflarını geçerli kabul etti.
– Referandumla yapılan Anayasa değişikliği sonucu seçim dönemlerinde İçişleri, Adalet ve Ulaştırma bakanlarının tarafsız kişilerden atanması kuralı kaldırıldı. Artık bu Bakanlar doğrudan partili Cumhurbaşkanının atadığı kişiler oldu.
– Aynı referandumla, Cumhurbaşkanının tarafsızlığı ilkesi de kaldırıldı. Erdoğan seçim propagandalarına -eskisi gibi kanun dışı olarak değil- alenen katıldı, başkanlık etti, mitingler düzenledi.
– 26 Mart 2018’de seçim kanununda iktidar partisi lehine sonuçlar doğuracak ve seçimlerin manipüle edilmesini sağlayacak değişiklikler yapıldı. YSK üyelerinin görev süreleri dolmuş olmasına rağmen seçimden 3 ay önce bu süre en az bir yıl daha uzatıldı. Bu değişiklikler 24 Haziran 2018’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de etkiledi.
SEÇİM ÖNCESİNDE OLUP BİTENLER…
Seçim takviminin ilanıyla birlikte seçmen kayıtlarına yönelik çok sayıda itirazlar da gündeme geldi. Ana muhalefet partisinin özellikle İstanbul ili ile ilgili olarak yapmış olduğu itirazların büyük çoğunluğu YSK tarafından kabul edilmedi. YSK Başkanı Sadi Güven Ocak ayında yaptığı açıklamada “Sahte seçmen de yok, hayali seçmen de yok” dedi.
Cumhur İttifakı bileşenleri kamu kurum ve kuruluşlarının imkanlarını eşitsiz bir şekilde kullanırken partisinin seçim kampanyasını sürdürmek için sahada olan Erdoğan da Cumhurbaşkanlığı’nın her türlü imkanından yararlandı. Örneğin devlet televizyonu TRT seçim döneminde AKP-MHP ittifakına, muhalefetten 10 kat fazla yer ayırdı. HDP ise iktidarın hedef göstermelerinin dışında ekranda yer bulamadı.
Erdoğan, kendine destek vermeyen bütün yurttaşları terör örgütleri ile bağlantılı “düşman” olarak gösterdi ve böylece adeta ülkeyi ikiye böldü. Her fırsatta muhalefet hedef gösterilip “yargı sopasıyla” tehdit edildi. Başta Erdoğan olmak üzere devlet yetkilileri, seçimleri kazansalar bile muhalefet adaylarına görev yaptırmayacağını ilan etti. Medya organlarına muhalefet adayları hakkında “fişlemeler” servis edilirken Bakanlar yurttaşları “fırçaladı”. İktidarını korumak için bir kez daha “toplumsal korku” silahını kullanan Erdoğan ekonomik verilerdeki kötü gidişatı ise “ekonomik terör” olarak tanımlayarak Türkiye üzerinde oynanan yeni oyun olduğunu öne sürdü.
Seçim döneminde İHD’nin verilerine göre 9‘u HDP’ye yönelik 13 saldırı/polis baskını yaşandı. bu saldırılarda 3’ü vekil 7 kişi yaralandı. 11 kez yasaklamaya maruz kalan HDP’nin 713 üyesi gözaltına alındı 107’si tutuklandı.
SEÇİM GÜNÜ VE SONRASI…
Böylece gidilen seçim sürecine ilk gölge 31 Mart gecesi 23:20 sularında Binali Yıldırım’ın yaptığı “Seçimi kazandık” açıklamasıyla düşürüldü. Bu açıklamayla eş zamanlı olarak Anadolu Ajansı (AA) veri akışını durdurdu. Daha öncede bir çok kez seçimleri manipüle etmekle suçlanan devlet ajansının bu durumu geçmişteki iddiaları kuvvetlendiriyordu. Bu konuda halen de kamuoyunu ikna edici bir açıklama yapılmış değil. 13 saat boyunca süren karartmanın ardından YSK, İstanbul’da CHP’nin önde olduğunu açıkladı. Bu kez AKP’den sonuçlara itiraz edileceği açıklaması geldi. Bir sonraki aşamada ise “oyların çalındığı” iddia edilmeye başlandı.
Seçim sonucunda AKP birinci parti olmayı sürdürürken en büyük 6 şehirden İstanbul ve Ankara’nın da arasında olduğu 5’inde CHP adayları kazandı. HDP kayyum atanan belediyelerin çoğunluğunu geri aldı. Ancak iktidar partisi kaybettiği illerde seçimleri şaibeli ilan etti. Daha önce “milli irade” olan sandık sonuçları “darbe girişimi” olarak tanımladı. Böylece seçim öncesinin tehditleri sonuçların itirazlar nedeniyle bir türlü açıklanmaması, KHK’li adaylara mazbata verilmemesi ve seçimleri kaybeden adayların görevlendirilmesiyle kuvveden fiile çıkarıldı.
AKP’nin seçim sonuçlarına itiraz ettiği illerde yeniden sayımlar yapılırken, iktidarın kazandığı illerde ise YSK muhalefetin itirazlarına karşı aynı işlemleri yapmadı. Örneğin AKP’nin yarışı HDP’nin az farkla önünde tamamladığı yerlerde yapılan itirazların hiçbirisi İlçe Seçim Kurulları tarafından kabul edilmedi. Ayrıca seçimleri HDP’li adayların kazandığı ya da sonuçlara itiraz ettiği birçok ilde mülki idare tarafından toplantı ve gösteriler yasaklandı.
dokuz8Haber sitesinin yaptığı araştırmaya göre, inceledikleri 167 farklı itirazda HDP’nin 17 itirazının sadece 3’ü -ki bunlar zaten seçimi kazandığı yerler- kabul edilirken AKP’nin 78 itirazından 68’inin kabul edildiği tespit edilmiştir. Kabul rakamları, İyi Partili adaylar için 30 başvuruda 8, CHP için 16’da 7 iken Cumhur İttifakı bileşeni MHP için ise 16’da 11 olarak kayıt altına alındı.
Seçimler özellikle İstanbul’da düğümlendi. İtirazlar, yeniden sayımlar sonra tekrar yeniden sayımlar derken seçim sonuçlarının ilanı AKP ve MHP tarafından engellenirken Cumhurbaşkanı Erdoğan İstanbul’daki seçimlerin bütününü “usulsüz” ilan etti. Elindeki bütün yetki ve kamu olanaklarına rağmen iktidar “oyların çalındığını” öne sürerek tarihe geçiyordu. Ve bu oylar sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimleri için çalınmıştı. Yani çoğunluğunu AKP’nin kazandığı ilçelerde hiçbir “şaibe” bulunmuyordu. Daha önce seçimi kazanmak için bir oyun yeterli olacağını söyleyen Erdoğan “Kimse 13-14 bin oy farkıyla kazandım sanmasın” dedi. Daha önce seçim sonuçlarına yapılan itirazlar için “atı alan Üsküdarı geçti” diyen Erdoğan’ın partisi bu sefer mazbatasını isteyen CHP’yi “acele etmekle” itham etti.
AKP bir taraftan İstanbul’daki seçimleri iptal ettirme arayışındayken kolluk kuvvetleri “seçmen avı”na çıktı. Adeta olmayan bir suç için delil üretmeye çalışan polisler hiçbir yasal dayanağı olmaksızın kapı kapı gezerek daha önce YSK tarafından kesinleştirilmiş seçmen kayıtlarını kontrol ediyordu. 9 saatte kullanılan oyların sayımı günlerce tamamlanamadı. Seçimi kazanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu mazbatasını seçimlerden ancak 17 gün sonra alabildi. AKP ise YSK’ya İstanbul seçiminin iptali ve yenilenmesi için olağanüstü itirazda bulundu.
Olağanüstü itiraz dilekçesinde, oy sayım ve döküm cetvellerinin mühürsüz olduğu, oy kaydırmaları yapıldığı, kayıp oy pusulalarının bulunduğu, kısıtlı seçmenlerin oy kullandığı, sandık kurullarının oluşumunda usulsüzlük yapıldığı iddia edildi. AKP, OHAL döneminde KHK ile mağdur edilen binlerce kişinin oy kullanma hakkı olamayacağını bile öne sürdü.
Çok sonra yapılan bir ek itirazda ise, “Sandık Kurulları”na ancak devlet memuru olan kişilerin atanabileceği, oysa bu niteliği taşımayan çok sayıda başkan olduğu belirtilerek araştırılması istenmişti.
İTİRAZLAR NE KADAR YASAL?
Seçmen kütükleri ile ilgili itirazlar seçimden önce karara bağlanmış ve kesinleştirilmiştir. Yani bu noktadaki itirazın işleme alınması mevcut kanuna uygun değildir. Ayrıca çoklukla eleştirilen seçmen kütükleriyle ilgili mevzuatın sağlam olduğunu savunan iktidar partisi AKP ve ortağı MHP’dir. Şimdi aynı partiler savundukları seçmen kütüklerinin usulsüz olduğunu ileri sürüp seçim iptali peşinde koşmaktadır. Ayrıca haklarında hiçbir yargı kararı olmaksızın idari bir işlemle -KHK ile- kamudan ihraç edilen on binlerce yurttaşın oy bile kullanamayacağını öne sürmek ülkede Anayasal hiçbir hakkın güvence altında olmadığını itiraf etmektir.
Diğer yandan HDP’nin kazandığı birçok merkezde de mazbataların verilmesi geciktirildi. Seçim öncesinde YSK tarafından adaylıkları onaylanan KHK ile ihraç edilen isimlerle ilgili seçimlerin ardından mazbata alamayacaklarına hükmedildi. Seçimlerde kazanan değil, kaybeden aday belediye başkanı olarak kabul edildi. Seçmenlerin iradesi yok sayılarak mazbatalar kanunsuz bir şekilde AKP’li adaylara verilirken böylece belediyelere YSK eliyle kayyum atanmış oldu.
Ayrıca HDP’nin tespitlerine göre Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde neredeyse tamamı kolluk güçlerinden oluşan 14.284 seçmen kaydının seçim sonuçlarını etkilemek amacıyla çeşitli il ve ilçelere kaydırıldığı, az sayıdaki seçmenle seçim sonuçlarının değişebileceği yerlerde güvenlik görevlilerinin seçmen kaydedilerek seçim sonuçlarına AKP lehine etki edildiği de belirlenmiş, ancak il veya ilçe kurullarına zamanında yapılan itirazlar reddedilmişti.
Sandık kurullarına gelince, bu kurulları zaten Seçim Kurulları ve en sonunda YSK belirliyor. Yapıları işlemler usulsüz ise, yapan kendisi. Üstelik aynı durum 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimi için de geçerli. O seçim de mi yenilenmeli? Velakin Anayasa’nın 79. Maddesine göre YSK kararları kesin, başka hiçbir mercie itiraz edilemiyor. Ne olacak şimdi?
SONUÇ
31 Mart seçimlerinden olup bitenler, Erdoğan’ın seçimleri AKP kazanana kadar sonuçları kabul etmediğini; YSK’nın ise kendini -hukuk bir yana- mevcut anti-demokratik yasalara bile uymak zorunda görmediğini ortaya çıkarıyor. Bütün bunlar, Türkiye’nin bir hukuk devleti olmaktan gitgide uzaklaşarak “tek insan” rejimine dönüştüğünün çok net göstergeleri.